lunes, 21 de febrero de 2011

Madrid

Bizim pek anlamadığımız bir şey şu boğa güreşleri, ne oluyor 2-3 matador bir kızgın boğayı şişleyince. Hadi yaptınız da bunun için stad mı inşa edilir? Ama işte ne dersek diyelim, İspanya denildiğinde ilk akla gelenlerden biri boğa güreşleri. Hatta bize de soruldu, bir boğa güreşi izlediniz mi diye, lakin sadece yaz aylarında yapılıyormuş, diğer mevsimlerde zeminin nemli olması boğanın kayıp sakatlanmasına neden olabilirmiş. Ne büyük bir centilmenlik değil mi? Madrid’e girdiğimizde bizi karşılayan boğa arenasındaki (Plaza de Toros) mudejar (müdeccen) mimarisi etkisi, 1930’lı yıllarda yapılmasına rağmen, şaşırtıcı. Endülüs'ün 1492'de tamamen İber'den silindiğini hatırlayalım.

Bize buralara gelmeden evvel pencerelerin endülüs mimarisinde at nalı yada yunancadaki omega harfi gibi yapıldığı söylenmişti. İlk gördüğümüz 20.yy yapısında bunu görmek enterasan geldi tabi ki. Bu arenada her şehirden gelen birinci matadorların birincisi seçiliyor ve Kral'da Madrid'te yaşadığı için gelip burda final günü ödülü veriyor. Her şehrin bayrakları ve amblemleri duvarlarda görülüyor. Bende özellikle Almeria'nın amblemini çektim, isim tanıdık ne de olsa.

Madrid denildiğinde akla herhalde geniş caddeleri ve meydanları geliyor. Sonradan fotoğraflara baktığımda 7 şerit tek yönlü caddelerden geçtiğimizi fark ettim. Her evin altında yeterli otopark zorunluluğu gibi şeyleri duyunca buradaki trafik probleminin nasıl çözüldüğünü şahit oluyoruz. Demek ki para da bu tarz şehir çözümleri için önemli bir unsur. Gerçi İspanyada gördüğümüz tüm illerde bu geniş yolları gördük, lakin Madrid ve özellikle Barcelona’da bu özellikle fazla.

Ayrıca gökdelen olmasa büyük binaları seviyorlar. Edificio de Madrid ve Plaza de Espana Meydanı bunlara örnek. Orayı üçgenin birinci köşesi olarak kabul edersek yürüyerek geçtiğimiz katedral ve ordaki güzel manzaralı yol diğer göşe olabilir. Sol Meydanını da üst köşe kabul edebiliriz bu durumda. Sol’e geçerken geçilen Plaza Major (Büyük Meydan)’ı da unutmamak lazım. Turistik bi alan olduğu için bana pek sempatik gelmese de daha önce filmlerde gördüğüm bir alanı görmek iyi oldu tabi. Aslında her yeri ortalama genişliği 4 şerit gidişli caddelerle, meydanlarla eski yada eski edası verilmiş binalarla dolu olan bu şehirde çok fazla mekan var. Yürüyerek dolaşıp keşfetmek lazım. Kış olmasına rağmen hep duyduğumuz gibi, insanlar geç saatlerde dışardalar. Özellikle Sol çok dolu.

Müzelerde var; prado müzesi eski kıymetli tablo ve heykellerin olduğu bir yer ama ilgimi çekmedi, amerikan müzesine gidemedim ama en çok Real Madrid müzesine gidemediğime üzülüyorum, giden arkadaşlar memnun kalmışlar, artık bir daha ki sefere. Müzelerdeki resimlerdeki temalar farklı da olsa ortak tema şu ki, kadınların güzelliği erkeklerin gücü ön plana çıkarılıyor, bu da oldukça batılı bir yaklaşım.

Hava en sevdiğim şeklindeydi, filmlerde mavi fligran koyarlar ya (forgotten filminde mesela) onun gibi bir hava vardı. Her yer Nişantaşı yada Bağdat caddesi gibi ve tabii fiyatlarda öyle. Su bile çok pahalı bu şehirde. Yani şehir merkezi 10 tane Nişantaşı, 10 Bağdat caddesi, 2-3 tane Taksim’in birleşiminin trafik, park ve metro sorunu çözülmüş hali diyebilirim özetle.

Böylesine düzenli ve güzel bir şehir gece dolaşmak lazımdı. İnsanların İspanyada özellikle cuma ve cumartesi akşamları geç saatlere kadar, en küçükten en yaşlısına dışarılarda olduğunu duymuştuk bunu da görmek adına ve şehrin aydınlatmayla birlikte gece performansını bir kış günü görmek kayda değerdi.




Sonra sorduğumuzda kiraların pahalı olduğunu, işsizliğin arttığını ve normal insanların çok küçük hatta tek odalı evlerde yaşadıklarını duyuyoruz. Şehir merkezi de İstanbul’la karşılaştırılamayacak kadar küçük. Deniz de olmadığını hatırlarsak, Ankara’ya benzetebiliriz. Daha sonra bu benzetmeyi çok duydum. Bu şehri de Endülüs kurmuş. Zamanında Toledo’nun bir kasabası gibiymiş zannediyorum. Endülüsü hatırlatan gördüğümüz eserlerde oldu, bunlardan bir tanesi bir başka geniş meydanı süsleyen Alcala yani "El Kale" idi, tabi şimdi sadece o kalenin kapısını görebiliyoruz.


Benim için en güzel şey, her ne kadar Barca taraftarı olsam da, Santiago Barnebau ve Vicente Calderon’u görmek oldu. Ama sadece dışardan görmek de kısmet, şimdi(yazıya başladığım zaman) tv’de atletico madrid’in kendi evinde maçı olması da hoş bir tesadüf. İspanya’da zaten hep ayrıldığımız şehirlerde maç oluyordu, kısmetin böylesi...


Estadio Santiago Barnebau'da bulunduğumuz mekanı Google Map sayesinde bilgisayarımızdan görmek mümkün:

Daha Büyük Görüntüle

Şüphesiz Madrid çok daha özenli bir yazıyı hak ediyor, ama bu kadarını bile yazmak düşündüğümden çok daha fazla vaktimi aldı, umarım diğer şehirleri de yazmaya enerjim olur. Sonuç olarak Madrid'e notum 10 üzerinden 7. Daha sonra peyderpey videolar eklemeyi umuyorum.