martes, 4 de diciembre de 2012

Elimizde olan...

Ne var ki elimizde olan? Ne kadarına müdahil olabiliyoruz? Ne yapmak istediğimize ne kadar karar verebiliyoruz?

Bütün hadiseler, bütün yaşananlar insana sürekli limitlerinin çok fazla olmadığını gösterse de, insan bu işte çoğu zaman unutuyor ve hep daha fazlasını istiyor.

Kendimizi bilmiyoruz ya da unutuyoruz. Kendini bilmeyen hep hadiselerin altında kalır, ezilir gider. Kendini bilmeyen, kendini kandırır, sonra belki bir kaç kişiyi de, sadece o kadar...

Görünen o ki, kendini öğrenme okulunda daha çok yol almamız gerekecek, bu sürede gene elimizde olmayanlara üzülecek, sızlanacak, hırslanacak, kıskanacak, dertleneceğiz vb.

Kendini bilenlerin özelliklerinden biri de, elinde olanın onlara kâfi gelmesidir.

Netice-i kelam herkese muvaffakıyetler...


sábado, 1 de diciembre de 2012

İskender Pala ile Necati Bey Dersleri 4 ve 5


Hamdülillâh mey-i can-bahş ile sâkîlerimiz
Âb-ı hayvân ile Kevser suyun istetmediler

Çok şükür ki(bu çağın yetkin) sakilerimiz (aşıklarına, taliplerine) canlar bağışlayan kadehleri sundular da onların âb-ı hayat ve kevser arzusundan vazgeçmelerine sebep oldular.

Şükür küçükten --> Büyüğe yapılan bir hiyerarşiye de anlatır.

can-bahş ifadesinde de Hz. İsa ve Hz. Nuh'a da gönderme vardır.

Âb-ı hayvân -- > âb-ı hayat: damlaları sonsuz hayat bağışlayan ölmezlik suyu
kevser: Cennette bir suyun adı / Edebiyatta sevgilinin dudağı



Hele oy kaşları ya okları peykânlarını
Sîneden çekmediler yüreği oynatmadılar

(Bu lâle hadler çok kerem sahibi çok iyilik yaptılar) Üstelik o yay kaşlılar çok şükür ki oklarının temrenlerini kalbimizden çekip yüreğimizi oynatmadılar.

peykân: temren, okun ucundaki sivri demir

Gamze günümüzde bilindiği anlamdan öte, güzelliğinin farkında olup da, bakmıyormuş gibi yapıp bakmak demektir.

Kaşlar burada yay, kirpikler ise yay'da gerilmiş olan ok gibidir. Malkoçoğlu'nun (Cüneyt Arkın) bir yay ile 5 ok atması da buraya dayanır, öyle boş bir mevzu değildir. 2 yay aralığı da su sızmayacak şekilde yapılırdı.
Ok altın gibidir, savaş sonrası okçular sadaklarında başta olduğu gibi 40 oku muhafaza etmek için, dolaşıp, zaten tanıdıkları, kendi oklarını tekrar sadaklarına yerleştirirler. Hem pahalı, hem de ciddi emekle yapılan bu "Altın" kıymetli oklar, gidip saplandıkları sineden sökerek alırlar. Peykanları 2,3 veya 4 uçlu olabileceği için, saplandıklarından çok, çekip alındıkları zaman acı verirler.


Bu ok buradan çıkmaz, çıkmasını da istemez sevgili zaten. Malkoçoğlu gibiler de saplanan oku kırıp öyle devam ederler, sevgililer de.

Fuzili'de benzer ifadeler görebiliriz:


Çikarmak etseler tenden çekip peykânin ol servin
Çikan olsun dil-i mecrûh peykân olmasin yâ Rab
(O selvi boylu sevgilinin ok demrenine benzeyen bakisini tenimden çikarmaya çalisirlarsa;
yarali gönlüm ( canim ) çiksin demrine benzeyen bakisi orada kalsin ey Rabbim!)