lunes, 26 de julio de 2010

Ümitsizliğe Düşme(me)k



İnsan bazen başına bir olay geldiğinde, olayın altında ezilir. Ümitsizliğe düşer. Ama bu durum oldukça yıpratıcıdır. Aslında başka sebeplere dayandığı söylenen hastalıklarında kaynağı belki bu ümitsizlik hali ve kabz durumudur.

Her insanın ümitsizliğe düşme ihtimali vardır. Burada önemli olan, bundan nasıl ve ne kadar hızlı sıyrılacağıdır. İnsan kendini bu yönüyle de iyi tanımalı ve hastalığına karşı çözüm yöntemleri geliştirmelidir.

Ye's öyle bir bataktır ki: Düşersen boğulursun
Ümmide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

M.Akif Ersoy
M. Akif Ye's yada yeis derken ümitsizliği yada ümitsizlikten kaynaklanan sıkıntı durumunu kast ediyor. Tavsiye olarak da umut ışığının peşinden gitmeyi öneriyor.

"Şimdi ne yapacağımı aiyi biliyorum nefes almaya devam edeceğim, yarının ne getireceğini kim bilebilir ki..."
Tom Hanks, Cast Away filminden...

Bizim kültürümüzden uzak da olsa, hayattan beklentileri farklı da olsa bazen batı kaynaklı filmlerden de öğrenilecek deneyimler olabilir. Güçlü insanın bir özelliği de en zor zamanlarda olayların altında ezilmemek ve duruşunu bozmamaktır.

Bu durumdan nasıl çıkarım, bu da geçer mi dememeli, bunlarla vakit kaybetmemeli, gözler umut kapısında olmalı, oraya varılacağından şüphe duyulmamalı, oraya nasıl varılacağının yolları araştırışmalıdır.

Gerçek dostlarda böyle zamanlarda birbirlerine gösterdikleri desteklerler ayrıştırılırlar muhakkak...

sábado, 24 de julio de 2010

Ağustosta Rapsodi



Akira Kurosawa'nın büyük bir yönetmen olduğunu öğreneli çok olmuyor. Seven Samurai filmini izlemek onun sinema dünyasındaki yerini anlamak adına yeterli. Önce çıkan bir diğer filmi de Rhapsody in August ( Ağustos'ta rapsodi ), hani filmin isminden ve afişinden bir şey anlamayacağınız ama izledikçe hiç bitmesini istemeyeceğiniz tarzdan bir film.


Bu filmle ilgili pek çok şey yazılıp çizilmiştir elbet. Ben bu saatten sonra film hakkında şekil bakımından konuşmaktan hicap duyarım. Söylemek istediğime gelince; Bu filmi izlerken kafamda aniden bir şimşek çaktı. 20. yüzyıl'ın en büyük rezaletlerinden olan "Hiroşimaya atılan Nükleer Bombayı" hatırladım. Oysa ne kadar da çabuk unut(turul)uyoruz. Sinemanın işte böyle bir etkisi de var, bazı tarihi olayları hemde taraflı bir şekilde gözümüzün içine sokarken bazılarının esamesi bile okunmuyor.





Bu filmi izlerken arada durdurup hiroşima belgeselini izledim. İnternetin bazı güzel yanları da var, video paylaşım sitelerinden istediğiniz konudaki belgeselleri bulabiliryosunuz. Sanırım 10 sene evvel olsaydı ansiklopedilerden bulmaya çalışacaktım hiroşimayla ilgili bilgileri. Evet bu film sayesinde tarihte, hemde çok yakın tarihte vuku bulan bu olayı, hatırlamış oldum. İzlenmesini de elbette tavsiye ederim.

Hayal Kırıklıkları


İnsanın başına gelebilecek en zor şeylerden biridir hayal kırıklıkları. Muhakkak iradeli insanlar bunu daha az yaşıyordur. Çözümü var elbette, meselelere ve kişilere fazla bel bağlamazsan, fazla ümitlenmezsen hayal kırıklıkları da çok az olur. Ama insan karakteri ititbariyle "elinde olmayarak" ümitlenir. Tabi bu ümitler doğru şekilde akis bulursa, bundan da güzeli yoktur herhalde.

Hayal kırıklıkları nasıl olur diye düşünüldüğünde pek çok örnek bulunabilir. Örneğin yeni biriyle tanıştığında insan, bir kaç güzel davranışını gördüğünde onun bütün her şeyiyle mükkemel insan olduğuna inanır ve inanmak ister. Zaman içinde öyle olmadığını gördüğünde bu seferde büyük bir yıkım olabilir.

Bir diğer örnek ise yalan söylemeyen bir insan etrafındaki insanların yalan söylediğini hiç bir zaman düşünmez -burda insan diğerlerini kendi gibi zanneder genellemesi de yapılabilir(olumlu veya olumsuz) - mesela birine bir olayın nasıl olduğunu sorar, yapılan açıklamayı doğru kabul eder. Neden sonra olayın farklı olduğunu öğrendiğinde bu kadar saf olduğu için kendisine mi kızsın, yoksa dürüst olmayan muhatabına mı kızsın şaşırır.

Söz verme konusu da yalan konusu gibidir. Karakterli insanın iki ana ilkesidir yalan söylememek ve sözünde durmak. Bunları yapmayan bir insanın karakterli olduğundan bahsedilemez. "Yalan" ve "Söz Verme" konularının çerçevesi ayrı ayrı bir yazı konusu olacak derinliktedir. Karakterli insan söz verdiğinde pek çok şeyi kaybetme adına sözünü tutmaya çalışır. Kendisine söz verildiğinde de tutulacağını düşünerek, mevzu bahis olan konuda gönlü müferreh olur. Peki ya verilen sözlerin ağızdan öylesine çıkmış zırvalıklar olduğunu öğrendiğinde yaşanılacak yıkım maalesef çok büyük olur.

Hayal kırıklığına uğratmamak büyük bir çaba ister. Bunun için insan sanatçının sanatını yaptığı hassasiyette ki gibi hayatı hassas yaşamalı. Bir kez daha ortaya çıkıyor ki, insan olmak -ama gerçek anlamda insan- çok zor.

Birde insanın iç dünyasında yaşadığı hayal kırıklıkları vardır. Bazı olaylar karşısında kendisinden beklemediği içsel veya dışsal davranışları gösterir. Mesela bazı şeyleri düşünmeye engel olamaz, bazı alışkanlıklarından vazgeçemez, yaptığı bir hatayı kendine yediremez vb. Acaba hangisi daha çok yıkıcı olur; Dışarı kaynaklı hayal kırıklığı mı, yoksa iç dünyadaki hayal kırıklığı mı...

miércoles, 21 de julio de 2010

İnsan İlişkileri Üzerine

Popüler kültürün üzerimizdeki olumsuz etkileri saymakla bitmez. Hangi etkisinin daha kötü olduğuna karar vermek güç. Ama bencillik ve bireysellik ilk sıralarda yer alır.
Ben olgusunun nasıl tesir ettiğini anlamak için, günlük hayatta kullanılan kelimelere bakmak iyi bir ölçü olabilir; İstiyorum, sıkıldım, kalkalım, anlamadım vb kelimelerin kullanım oranı bir istatistik yapılsa, arttığı gözlemenecektir.
Fedakarlık, başkası için yaşama, karşılıksız iyiliğin bir görünür getirisi yok. İlkeli, erdemli davranışlarda popüler kültürün nasihatleri arasında yer almıyor. İnsanın fazladan çabalar göstermesi gerekir, kendini bu ben duygusundan uzak tutabilmek için.
İlişkilerde konuşulan konular, yapılan aktiviteler, tanışılan insanlar "ne getirisi olacak bana?" sorusu çerçevesinde işleniyor. Alıcı olmaya alışan insan, karakteri itibariyle "Acaba ben ne verdim" sorusunu kendisine sormaktan çekindiği gibi, muhatabına da bu imkanı vermiyor. Zaten çok hızlı kurulan ilişkileri daha da hızlı bitirmek gibi bir yaptırım gücü de var nede olsa. Bu konuda çözüm önerisi sunmakta güç, zira önce neden çözmek gereksinki sorun mu bu sorularınına insanların ne cevap vereceği önemli.

Başka Semtin Çocukları



Bir Türk filmini en son beğendiğimden beri çok uzun zaman geçmişti. Bu filmdeki oyunculuk ve sahne seçimleri gerçekten çok iyi. Buna ek olarak -bi filmin en zor kısımlarından biri herhalde finali iyi yapmaktır- finali de oldukça iyi buldum.

Konu ise biraz iç karartıcı ama ne yapalım gerçekçi bir konu.